Subscribe:

23 Ağustos 2022 Salı

GÖNÜL FİLMİ



  Netflix'de yayınlanan  GÖNÜL bir Soner Caner filmi, birçok eleştiriyi bir kenara bırakırsak anlatılmak isteneni güzel anlatmış diye düşünüyorum. Göçebe yaşayan Dom'lar ya da filmde karaktere hitaben söylenen Poşa'lar  kim olduklarına dair bilgi edinmek isteyenlere  bilimsel  araştırma uzantılarını buraya bırakıyorum https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/345860  ve de https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/32488  


Ezel Akay'ı hatırlatıyor film, tarz olarak benziyor. Geniş açılı objektifin de bunda etkisi var  bir de renklerin, Ezel Akay geliyor akla...  ve bir  şeyi daha hatırlatıyor 1988 yapımı Çingeneler Zamanı Emir Kusturica  filmini... 

Filmin konusuna gelince göçebe yaşayan, düğünlerde çalgı çalan Poşa Piroz ile  düğünü olacak  Sümbül'ün birbirlerine aşık olması anlatılıyor.  

 Film aşkın ne kadar değerli bir duygu olduğunu hissettiriyor anlayana ya da anlamak isteyene.  Aşk, aynı şarkıyı söyleyebilmekti aynı ritimde, iki gönlün birbirine konmasıydı bir kelebek gibi...Öldürmek değil yaşatmaktı.. Gönül bağında olmaktı...


24 Temmuz 2022 Pazar

İnsan İlişkilerinde Denge

    

     İnsan ilişkilerinde dengeyi nasıl sağlarız... Bu konu üzerine kendi düşüncelerimi paylaşmak istiyorum. Denge sözlük anlamı :Bir nesnenin veya insanın devrilmeden durma hâli diye geçiyor... Çocuklar da ilk yürümeye başladığında dengede durmayı öğrenir sağlayamazsa düşer sonra tekrar tekrar dener dengede durup adım atamaya başladığı zaman ondan özgürü ve mutlusu yoktur.

Peki ya insan ilişkilerinde denge nasıl sağlanır? Düşünceme, gözlemlerime dayanarak söyleyebilirim ki ancak adaletle sağlanır. Eğer insan vicdan sahibi değilse adaletli olması beklenemez. Vicdan çok ağır bir yüktür her insan taşıyamaz. Dünya'da ya da ülkenizde ve de ailenizde adalet yoksa haksızlık çoksa vicdan yoktur demektir. Toplumun yapı çekirdeği ailede  başlıyor adalet, merhamet, sevgi ve vicdan... (Bu arada vicdan kelimesine TDK sözlükten bakabilirsiniz.) Çocuklara ilk önce vicdanlı olmayı öğretmek lazım ailede sonrası zaten kendiliğinden gelir. Dediğimiz gibi ağır bir yük her insan kaldıramaz, kişisel küçük veya büyük çıkarlar için feda edilir vicdan ;bir kere feda edildi mi devamı hep gelir, geldikçe bu yük hafifler ağırlığı kalmaz dolayısıyla kişiliği olmayan karaktersiz hafif insan meydana gelir. 

Son dönemlerde kadın erkek ilişkilerinde, evli yeni çiftlerde denge bozukluğundan kaynaklı sorunlar yaşanmaktadır. Sonunda biten ilişkiler, boşanmalar  ortada kalan çocuklar...

Tüm bunları gördükçe vicdanın, adaletin ne kadar önemli olduğu ortaya çıkıyor...Geçmiş zamanlarda bir öykü kitabı okumuştum Osman Çeviksoy' a  ait Tutkulu Yürek  öykü kitabında  "Dar Geçit" adlı öyküde o kadar güzel izah etmişti ki bu dengeyi, bilinçli ve vicdanlı insan örneğini bu öyküde yakalamıştım.

Konusundan kısaca bahsedeyim: Memur Akif Bey 34 yaşında annesiyle birlikte yaşıyor  kendisi gibi memur olan Hatice  Hanımla evlilik hazırlığı içerisinde yalnız Hatice Hanım, Akif Bey'i bir deneyin içine sokuyor. Akif Bey'e  annesini evde istemediğini, ya huzur evine ya da küçük bir daire tutup göndermesini istiyor ve ancak o şartla evlenebileceğini söylüyor. Akif Bey'in kararı bu ilişkide belirleyici nitelikte. Çok düşünüyor, annesine açıklıyor, nasıl vazgeçerdi annesinden  onca emek vermiş büyütmüş, oğlundan başka kimsesi yok, öte tarafta sevdiceği Hatice! Neticede Akif Bey kararını veriyor Hatice'ye annesinden vazgeçmeyeceğini, annesinin yanının kendi yanı olduğunu söylüyor. Hatice eğer kabul etmiyorsa kararını vermeliydi Akif Bey'e. Öykünün kilit noktası burada başlıyordu Hatice'nin cevabında  "Beni affet, seni denedim. Her zaman söylediğin gibi evlilik bir basit birleşme değildir. En az duygularımız kadar aklımızı da kullanmak zorundayız. Denedim seni. Benim için annenden vazgeçip geçemeyeceğini anlamak istedim. Bir sevgili uğruna, her şeyini senin için tüketmiş yaşlı bir kadından, vazgeçseydin, belki yüreğime taş basacak seninle evlenmeyecektim. 'Benim için annesini terk etti, bir başkası için de beni terk edebilir.' diye düşünecektim. Sonuç umduğum gibi oldu. Artık ölüme kadar yanındayım. beni affedecek misin? "

Bir öyküde, vicdan sahibi olmak, adaletli davranmak, hak bilmek böyle güzel anlatılamazdı sanıyorum. Dengeyi sağlamak için bilinçli vicdana yani adalete ihtiyacımız var...

Selam ve sevgiyle ...

ROMEO VE JULİET

 ROMEO VE JULİET

(William Shakespeare)

İngiliz oyun yazarı William Shakespeare tarafından yazılan eser  düşman iki aileden birbirine aşık olan gençlerin hikâyesini anlatır. Hikâye birçok kez tiyatro, bale ve sinemaya aktarılmıştır romeo ve juliet . Sinemaya uyarlananlardan hangisini tercih edip izlesem diye bir araştırma yaptığımda 1968 İtalyan yapımı Romeo ve Juliet filminin daha bir ön plana çıktığını gördüm. Filmin Yönetmeni Franco  Zeffirelli İtalyan yönetmenin filmindeki başarısının sırrı bana göre ünlü İtalyan besteci Nino Rota ve başrol oyuncuları... -Nino Rota deyince aklıma  Yeşilçam'ın klasik filmlerinden olan Murat İle Nazlı geliyor. Yakında kaybettiğimiz ünlü oyuncumuz Cüneyt Arkın ve yine öncesinde kaybettiğimiz Fatma Girik filmin başrol oyuncuları. Konusu Romeo ve Juliet filmine benziyor mu orası biraz farklı ama bu filmde de iki düşman ailenin çocukları birbirlerine aşık oluyor, sonunda kavuşuyorlar.- Filmin müziği  Nino Rata'ya ait bir beste  "What Is a Youth"  Romeo ve Juliet filminde iki gencin birbirlerine aşık oldukları sahnelere  güçlü bir etki bıraktığını söylemeden edemeyeceğim..

İnsan, hangi ırkta, dinde ,dilde olursa olsun ortak duygusuydu aşk... İskender Pala'nın Kitab-ı Aşk adlı kitabının  girişi  (Kırk Güzeller Çeşmesi s.100-102)....  "Aşktır ki gerisi vesairedir ..." diye başlar ve şöyle devam eder aşkı anlatmaya ... "Ruhların çeşitli varlıklar arasında bölüştürülen süsüydü belki; belki ötelere yazgılı yitirilişlerin türküsüydü. Kalp kalbe konan kelebek kanatlarında renk; kudümlerde düşünüp neylerde ağlayan ahenkti aşk. "

Gerçek aşkı bulanlara, yaşayanlara, sevmeyi bilenlere selam olsun...




11 Ağustos 2020 Salı

Sevin...

Sevin...
insanları,çocukları,ağaçları, çiçekleri, hayvanları
sevin...
zarar vermeden, incitmeden, saygıyı yitirmeden sevin, 
güzel sevin 
hakkı olan değeri vererek sevin annenizi, babanızı, tüm sevdiklerinizi... size sevgisini, emeğini verenlere sevginizi saygınızı esirgemeyin... 
sevin...
sevmeden göçüp gitmeyin bu dünyadan 
sevdiğiniz sürece nefes aldığınızın, yaşadığınızın farkına varırsınız...
sevginizden iyilikler yayılsın, güzellikler yayılsın...
🌿



19 Mayıs 2020 Salı

Bir Öğretmen ve Şair


     Nice gizli kalmış hazineler saklar bu topraklar. Aramak, ortaya çıkarmakta hep geç kalınmıştır. Sadık Çakırsipahi de  o gizli kalmış hazinelerden biri. Neden hep öldükten sonra bilinir insanın değeri! Yaşarken bilinse ve önem verilse...  Arslan Küçükyıldız'ın kaleminden Sadık Çakırsipahi


"BİR ŞAİR ÖLDÜ
Önceki gün, 42 yıl önce mezun olduğum Göl Öğretmen Lisesi’nden öğretmenim Mehmet Sayan Hocamın feysbuk sayfasında bir haber gördüm. Çorum Öğretmen lisesinden bir şair arkadaşlarının vefat ettiğini -küçük bir şiiriyle- duyuruyordu:
SADIK ÇAKIRSİPAHİ VEFAT ETTİ
Mekânı cennet olsun.
" Beni sorarsan yine eskisi gibiyim
Yine gözlerim dumanlı,
Tebessümüm belirsiz
Ve ellerim nasırlı.
Bir beklediğim yok gelecek günlerden
Türkülerim yine kırık dökük
Sırtımdaki bildiğin o eski gömlek
Düğmesiz ve yaka sökük.
Yüzümde mutsuzların acısı
Saçlarım yine ak, yine kıvrık öyle.
Hem bırak beni bir yana
Sen nasılsın onu söyle."
Sadık Çakırsipahi
Her nefis ölümü tadacak, bundan kaçış yok. Hocama başsağlığı diledim ama arkadaşının adı dikkatimi çekmişti. Ne güzel bir şair adıydı ‘Sadık Çakırsipahi’. Kimdi, nasıl biriydi, iyi bir şair miydi, eserleri var mıydı? … Bu adın çağrışımları beni aldı, sürükledi. Sadık adı güzel bir ad, üzerimde emeği olan dayımın adıydı. Aytmatov’un dünyanın en güzel aşk hikâyesi olduğu söylenen Cemile’sinin kahramanlarından birinin adı da Sadık’tı. Çocukluğumda oynadığımız köpeğimiz Çakır’ı, ilkokul üçüncü sınıfta okuduğum İnce Memed romanında geçen Çakırdikeni’ni ve Kurtlar Vadisi’nin Çakır’ını hatırladım. Sipahi de beni Feridun Fazıl Tülbentçi’nin eserlerine ve Piyer Loti’nin “Bir Sipahinin Romanı” kitabına ve tabii Cide’ye tepeden bakan tabiat harikası Sipahi Köyü’ne götürdü. (Aklıma gelmişken, Kastamonu Cide Şenpazarı civarında böyle sipahi köyleri çoktur.) Sonra Sadık Çakırsipahi’nin şiirini tekrar okudum. Pek uzman sayılmam ama iyi şiirden zevk alırım; güzel bir şiirdi.
Sonra, onu hiç tanımadım, şiirlerini de okumadım ama bu benim cehaletim, hiç olmazsa vefat haberini paylaşayım da ardından dua edilmesine vesile olayım, dedim. Haberi paylaştım. Ardından da bu güzel şiirin, adı güzel şairi hakkında internette bir bilgi var mı diye bakınmaya başladım. O sırada bana, ne kendisini ne şiirlerini hiç tanımadığım Çakırsipahi için taziyeler de gelmeye başladı. Düşündüm, biri çıkar da sorarsa ne diyeceğim? Şairliği hakkında fikrim oldu, iyi bir şaire benziyor, Hocamın da arkadaşı. Hocam güzel bir insandır, arkadaşı da güzel olmalı. Yine de araştırmaya devam ettim ama hakkında çok az bilgi bulabildim. Çankırı Postası sitesi, 09 Mayıs 2020, saat 16:27’de şu haberi vermişti: “Emekli öğretmen, şair ve yazar Sadık Çakırsipahi (72) vefat etti. Çankırı edebiyatına önemli katkılar sunan, şair ve yazar kişiliği ile tanınan emekli öğretmen Sadık Çakırsipahi Çankırı Devlet Hastanesi yoğun bakım servisinde sabah karşı yaşama gözlerini yumdu. Çakırsipahi’nin, sahur sırasında evinde rahatsızlanarak hastane acilini kaldırıldığı öğrenildi. Evli ve 4 çocuk babası olan Çakırsipahi’nin cenazesi Pazar günü (yarın) öğleden sonra Ilgaz, Cendere köyünde defnedileceği bildirildi.”
Küçük şehirlerin gazetecilerinin tecrübesizlikleri mi, imkânsızlıkları mı yoksa tembellikleri mi bilmiyorum. Hem öğretmen, hem de şair yazar olarak “Çankırı edebiyatına önemli katkılar sunan; şair-yazar kişiliği ile tanınan” bir şahsın vefat haberini verdikten hemen sonra, gazeteci arkadaşımızın oturup Şair’in hayatı hakkında ayrıntılı bilgi vermesini, eserlerini tanıtmasını, şiirlerinden örnek vermesini bekledim. Yok, yok. Hadi haber acildi, bulamadı, koyamadı diyelim. Çankırı için böylesine önemli biri için daha önce hakkında hiç haber yapılıp, yazı yazılmaz mı? Yazılmaz olur mu, yazılmış: Bir şair, anlı şanlı Çankırı Şair Yazarlar Derneği ÇAYASAD etkinliklerini ama daha çok kendini anlattığı bir yazıda, Şair Sadık Çakırsipahi’nin de bir şiirini okuduğunu yazmış. Merakım azalacağına arttı. Başka bir şey arıyorum. Bir fotoğraf, şiirlerinden örnekler filan. En sonunda yaşlılık fotoğraflarını buldum. Biri kahvemsi bir yerde, diğeri de bir okulda çekilmiş. Çankırı’da bir okul öğretmeni onu okullarına davet etmiş, öğrencileriyle tanıştırmış. Güzel ama orada fotoğraflar, öyle uzaktan çekilmiş. Şairden çok öğretmen ve öğrenciler öne çıkmış. Acı acı düşündüm, neden insanlar yaşarken kıymetli insanlara hak ettiği değeri vermez? İlgilenmez. İlgilendiğinde de onu öne değil kendini öne çıkarır? Araştırmama devam ettim. Kitaplarının olduğunu gördüm. İkinci el kitap satan sayfalardan ve dostlarımdan kitaplarının adlarını öğrendim: Çiçeklerde Bul Beni(İlk kitabı), Düşmüşüm Yollara, Ilgaz, Şiirlerde Ilgaz. Yollar ve Dostlar (Son kitabı).
Ben bunlarla meşgul iken, arkadaşım Elif Güner’in “Nee” diye bir nidası ekrana düştü. Hemen onu nereden tanıdığımı sordu. Tanımıyorum, sadece güzel bir insanın hayırla anılmasına vesile olmak istediğim için paylaştım, dedim. Onun ilkokul öğretmeniymiş. Öğretmeninin vefatını benden öğrenince şu yazıyı yazmış:
“Sadık Çakırsipahi Anısına
On yaşında küçük bir kız çocuğuydum. Dördüncü sınıfa gidiyordum. Çok güzel, genç bir öğretmenim vardı. Adı Güneşti. Güneş gibi parlak yüzü, içten gülüşü ve sımsıcak kalbi vardı. Bütün sınıfı tatlı sevecenliğiyle kendisine hayran etmişti. Hiçbirimiz onu üzmezdik. Yılın ilk döneminin sonuna doğru bir gün Güneş Öğretmen tayininin çıktığını söyleyerek bize veda etti. Ben çok üzüldüm, yeni öğretmeni daha görmeden sevmemiştim. Güneş Öğretmen gibi olamazdı fikrimce.
Yanlış hatırlamıyorsam öğlenciydim. Okula koşarak giderdim, okulumu çok severdim. Tarhuncu Ahmet Paşa İlköğretim Okulu'ydu ismi, hâlâ da öyledir.
Bütün sınıf şamata gırgır yaparken sınıfın kapısı açıldı. Müdürle birlikte uzun boylu, zayıfça, esmer bir bey girdi içeriye. Hepimiz ayağa kalktık ve müdürün selamına hep bir ağızdan karşılık verdik.
Oturun!
Bu yeni öğretmenimizdi, çakır rengi takım elbisesinden belliydi. Beyaz gömleği esmer yüzünü aydınlatmıştı. Kemeri ayakkabılarıyla uyumluydu. Mütevazı görünüyordu ama biz onu sevmemeye sınıfça koşullanmıştık. Müdür bey bize yeni öğretmenimizi taktim etti ve dışarı çıktı.
Sadık Öğretmen sakin sesiyle adını söyledi ve Güneş Öğretmeni sordu bizlere. Onu istediğimizi söyledik.
Kendisiyle güzel dersler işleyeceğimizi söyleyerek bizimle tanışmaya geçti. Tek tek isimlerimizi sordu. Uzun, zayıf adam sıraların arasında dolaşarak insana önem veren bir edayla hepimizi gözlemledi.
Günler geçiyor, biz Sadık Öğretmene alışıyorduk. Hepimizi tahtaya kaldırıyor, asla rencide etmiyordu.
Bir gün beslenme saatinde haşlanmış yumurta vardı ve ben yemeğimi yemiyordum. Fark etmiş olmalı ki beni yanına çağırdı." Yemeğini neden yemiyorsun? " diye sordu. "Kokusu hoşuma gitmiyor" diye yanıtladım. Ayağa kalktı, omzumdan tutup kapıya yöneldi. Cebinden para çıkardı, " Kantinden poğaça al! " dedi. İtiraz etmedim. Söyleyişi öyle güzeldi ki itiraz edemezdim, saygısızlık olurdu.
Anneme gelince o, kurallara daima uyardı ve toplum kuralları karşısında bize asla taviz vermezdi. Ona göre yumurta günü herkesle beraber yumurta yemeliydim. Ama ben yemezdim.
O gün Sadık Öğretmen yumurta sevmeyenler için başka, ortak bir seçenek sundu bize ve yumurta yemek istemeyenleri mutlu etti.
İlkokul bittikten sonra Sadık Öğretmeni hep güzel hatırladım. Yollar bir şekilde ayrıldı.
Son zamanlarda yani yirmi sekiz yıl sonra, onu bulmaya çalıştım, internette çok aradım fakat izine rastlayamadım. Bu gece facebook hesabımı açar açmaz Arslan Küçükyıldız’ın paylaşımını gördüm.
" Çakırsipahi vefat etti. " bu isim kesin benim öğretmenimin diye düşündüm, çünkü göğsümde tuhaf bir acı hissettim. Haberin devamını okudum.
"Sadık" ismini görünce emin oldum. Kıymetli öğretmenimi vefat haberiyle buldum. Geride bir şiir kitabı bırakarak fani dünyayı terk etmiş, yetiştirdiği nice güzel insanları bırakıp gitmiş. Bir de şiirini seslendirerek sesini...
Hak rahmet eylesin.
Mekânı cennet olsun.”
Bu yazıdan da onun iyi bir öğretmen olduğunu anlamıştım. Benim fikrimce bir öğretmen bir tek öğrencisinde bile böyle sıcak izler bırakabilmişse o iyidir. İnternette onca aramama rağmen, bir süre yukarıdaki haber ve öğrencisinin satırlarından başka bir bilgi bulamadım. Derken bir sinema çalışanı, kendi sesiyle okuduğu iki şiirini görüntülemiş, onlara ulaştım. Bir başka şiir kaydı. Kendi sesinden dinlediğim üç şiirin üçü de güzeldi. Yazdığı kitaplara ve şiirlerine yapılan atıflara ulaştım. Vedat Özdemiroğlu Şair'in derlediği yerel sözlere yer vermiş. Bir yazıda “…güzel şiir okuyanlardan birisi de şüphesiz Sadık Çakırsipahi. Çakırsipahi, Çayasad şairlerinin isteklerini geri çevirmeyerek o güzel şiirlerinden birkaçını kendi sesinden yorumladı. Bunlardan birsi de benim çok sevdiğim “Kentlerde” şiiri idi. Sayın Çakırsipahi, keşke “Kentlerde” şiirin biraz daha genişleterek bütün kentleri anlatan dizlerle genişletse demekten kendimi alamıyorum.” diyerek aklınca ona ayar vermiş. Sorsanız, Sadık Çakırsipahi’nin o gün (yıl 2012) okuduğu şiirlerin ses kaydı nerede deseniz, cevabı yoktur!
Tabi şimdi bu yazıyı ne diye uzattığımı düşünüyorsunuz. Eee sonra? Sonrası bu sevgili karilerim, okuyucularım. İyi bir şair, iyi bir öğretmen, bir ilimizin, Çankırı’nın ilim irfan hayatına katkı sunmuş bir aydın, 4 çocuk yetiştirmiş iyi bir baba, hakkında dört satırlık bir ölüm haberiyle bir anda sonsuzluk kervanına kavuşuveriyor. Bir varmış, bir yokmuş.
Siz siz olun ana babanız sağsa mutlaka hayat hikâyelerini, başlarından geçen önemli olayları, bildiği özel bilgileri, kendi tarihinizi, yazılı, görsel nasıl olursa olsun derhal kayda alın. Kaç kitap yazmış, kaç makale, kaç şiir bilginiz olsun. Doğduğunuz yeri, onun doğduğu yeri, onun gezdiği mekânları, dostlarını hayatta iken tanıyın. Gün gelir hak vaki olursa en azından gazetecileri uyaracak bilgiler elinizde olsun. Gazeteci arkadaşlarım. Siz özgeçmişe, hayat hikâyesine daha yakındınız. Ölen bir şair; hiç mi bir şiiri elinizde yok, ekleyemediniz mi? Ey anlı şanlı Çankırı Şairler Derneği, bakalım Şair Sadık Çakırsipahi’yi Türkiye’nin gündemine nasıl taşıyacaksınız? Nasıl anacak, hakkında neler yapacaksınız? Ey şair yazar arkadaşları, kaleminiz nerenizde? Bugün O’na ise yarın sizedir! İyi bir şair değildi ise neden aranızda gözüküyordu? Yok iyi bir şair ise ona verdiğiniz değer nerede? Kendilerini parlatmaktan başka bir şey düşünmeyenler, ne yazık ki gerçek kıymetleri unutulmaya terk ediyor.
Türk Milleti, bir yıldızın söndü. Parıldadığına göre O bir yıldız’dı. O yıldızı öğretmenliğin çileli yollarında yalnız bırakıp, Türk Edebiyatı’na kazandırmayan edebiyat dünyamıza ‘saygılarımı’ sunuyorum. Fotoğrafta ben daha iyi çıkayım çabasından ileri gitmeyen ‘aydınlarımız, sanatçılarımız’ farkında mısınız; bir şair öldü? Hakkında bulabileceğiniz üç şiir iki fotoğraf, bir anı. Burada hakkında bulunabilen bütün bilgilere değinmeye çalıştım. Eh bu yazıyı da onu anarken “Şair Sadık Çakırsipahi hakkında yazılmış en kapsamlı yazı” olarak kabul edip zikredebilirsiniz. Onu hiç tanımayan bir adam bunları yazdı diye eklemeyi unutmayın. Sözün özü, kadrini kıymetini bilmeyen kasaba avcıları, mücevher kaynayan dağlarımızdaki elmasları sapan taşı olarak kullanıyor. Sipahioğlu’nu öldüren işte bu vurdumduymazlıktır; güzelliğe, estetiğe, güzel şiirlere, güzel insanlara reva görülen vahşi ilgisizliktir. Bu yüzden ölen Şair değil, şiirdir; kaybeden ise Türk şiiridir. Tepeden tırnağa yetenek dolu “Yiğitlerim uyur gezer gurbet ellerde / Kimi Semerkant’ta bekler beni, kimi Caber’de(Arif Nihat Asya)” Peki biz neredeyiz?
Şair Sadık Çakırsipahi’ye Allah’tan rahmet diliyorum. Mekânı cennet olsun.
Bir şiiriyle bu uzun yazıyı bitirelim:
Kentlerde
“Çorum’un düz tarlalarında buğdaylar yeşerir
Benim gönlümde sen.
Beni böyle yakıp yakıp kül eden gözlerindir
Silinmez sesin kulaklarımdan nereye gitsem.
Muş ovasında trenler koşar alabildiğine hızlı
Yolcular gelir, yolcular gider.
Nedense hep yavaş yavaş, nazlı nazlı
Senden başka herkes kompartımandan el eder.
Isparta’da gül kokar sabah ezanları
Bir sen kalmışsındır görünmeyen.
Oysa Isparta’nın gelinleri kızları
Bahçelerdedir kolları gül, elleri diken.
Hep mor beyazdır çiçekleri Afyon’un
Ege gözlerin gibi yeşildir.
Gel artık nazlım, hasretim, kaderim
Bunca dert bu garibe yetişir.
Kalabalığınla yalnızlar şehri olmuşsun Ankara
İnsan selinde kaybolmuşum.
Seymenlerin topuk vururken toprağa
O güzelim baharında kavrulmuşum.
Kader çizgimde yıldızlar bir bir kayarken
Çankırım; soframın tuzu, ağzımın tadısın.
Bozkırında doymuşluğu yaşarken
Anladım ki sen ilk ve son göz ağrımsın.”  " ( Arslan Küçükyıldız'dan alıntıdır.)


25 Mayıs 2016 Çarşamba

Barış Manço'ya




Bence sen hala buradasın dünyanı değiştirdin desek de bizi bırakmadın her şarkını dinlediğimde yanı başımda hissediyorum ya da pazar günü adam olacak çocuk programına hazırlık yapıyor muşum gibi geliyor... şimdi şarkını dinleyeyim pazar günü zaten program var :)


yaşam denen uykudan uyanmasını bilen yar ola....